STALİN’İN YANLIŞ ELE ALDIĞI, MARX’IN DA DEVRİM BEKLENTİSİNE GİRDİĞİ MARXİST KURAM: ÜRETİCİGÜÇLER VE ÜRETİM İLİŞKİLERİ

Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözünde, bu konuyu ele almıştı. Bu anlatım, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin doğal sürecini ele alan mükemmel bir tariftir. Fakat Marx, bu formülasyonun bir sonucu olarak, İngiltere ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde devrim beklentisine girmişti. Peki, Marx’ı yanıltan neydi? Buna Lenin, bu kapitalist ülkelerde, o dönem militarizmin, devlet olarak örgütlü olmadığını söyleyerek cevap vermişti. Elbette ki bu da önemli bir gerekçedir. Fakat konuyu çok yönlü açıklamak için, Marx’ın dediklerine bakmamız gerekiyor:

birinci saptama; üretim ilişkilerinin,  “maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine karşılık” düşmesiyle açıklanmış olmasıdır. Yani insanların kendi iradelerine bağlı olmayan ilişkiler kurması, tamamen “Maddi yaşamın üretim biçimi”ne bağlıdır. Bu biçimler Marx’a göre, “ Asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları”dır. Marx bu tespitinin sonucu olarak şu felsefi saptamasını yapar; “İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen sosyal varlıklarıdır.”

Marx'ın konumuzu da ilgilendiren ikinci bir saptaması da üretici güçlerle üretim ilişkilerinin çatışmasını ele aldığı bölümdür. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin bir ifadesi olarak ortaya çıkmasına rağmen, üretim güçlerinin gelişimine ayak uyduramadığı için onunla çelişkiye düşmektedir: “Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişmesinin sonucu olan biçimler olmaktan çıkıp bu gelişmenin önünde engeller niteliğine bürünürler.” Ve ikinci tespitini açıklar: “O zaman sosyal devrim çağı başlar.” İşte bu, Marx’ın, burjuvazinin müdahalesini dikkate almadığı ama doğru bir saptamasıdır. Burada ki doğru olan, devrim için gerekli olan temelin ne olduğunun belirlenmiş olmasıydı: üretici güçler gelişmiş fakat onun yarattığı ilişkiler ona ayak uyduramamıştı. İşte bu da çatışmanın hem gerekçesi, hem de kendisidir. Örneğin burjuva toplumda üretim ilişkileri yani mülkiyet biçimi ve ona denk düşen hukuk-kültür-inanç-siyaset vb. üst yapı kurumları, artık üretici güçlerinin gelişim koşullarına denk düşmeyip, ayak bağı haline gelmişlerdir. Burjuva toplum ortaya çıkarken, üretici güçlere denk düşen ilişkiler o dönem, özel mülkiyet ve onun belirlediği üst yapılardı. Fakat üretim araçları olarak makinenin-teknolojinin ve de üretimi yapan insanın (bu üretici güçlerin)gelişimi sonucu, kolektiflik-toplumsallık-dayanışma-paylaşım vb. ilişkiler, yeni değerler olarak maddi temelin üzerinde yükselmeye başlar. Çünkü bu ilişkiler, gelecek toplumun habercisidirler. İşte bu yeni ilişkileri yaratan üretici güçler, kendisinin yarattığı üretim ilişkileri tarafından yani özel mülkiyet temelli hukuk-düşünce-örgütlenme-siyaset-kültür vb leri tarafından gelişmemesi için engellenir. İşte bu da devrimlerin gongunun çalındığı andır. Marx bunun için olayları ve tüm gelişmeleri, bu bakış açısıyla ele almamız gerektiğini bize işaret etmektedir: “tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi yaşamın çelişkileriyle, sosyal üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir.” Evet, Marx burada kapitalist ekonomik sürecin doğal seyrini bize açıklamaktadır. Ama sermaye sınıfı bu doğal sürece müdahale ederek Marx’ın belirlediği çatışmayı, diğer bir anlamda söylersek devrim anını geciktirebilmiştir.

Marx, bu ünlü analizinde üçüncü önemli bir tespit daha yapar: “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce bir sosyal biçimlenme asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları eski toplumun bağrında çiçek açmadan asla gelip yerlerini almazlar.” (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, SOL Yayınları, sf. 39-40, Sekizinci Baskı) Yani üretici güçlerin gelişimi bir zorunluluktur! Sosyal biçimlenme yani kapitalist sistem, bu üretici güçlerin varabileceği tüm biçimlere( ki bu biçimler kolektiflik-toplumculuk-parasızlık ve sosyal teknolojidir) ulaşılmadan yok olmaz. Örneğin devrim dahi yapılsa, yani büyük-mülk sahibi sınıflar tasfiye edilmiş bile olsa, ülkede de hala küçük-mülk sahibi sınıflar varsa, o sosyalist toplumda, üretici güçlerin gelişmediğini söyleyebiliriz. Bu durumda, o ülke, sosyalist de olsa ‘İçerebildiği bütün üretici güçlerin’ orada gelişmediğinden bahsedebiliyoruz. Bu da ‘sosyal biçimlenme’ yani kapitalizmin, “İçerebildiği bütün üretici güçler” gelişmediği için,  asla yok’ olmayacağını bize göstermiştir. Sovyetlerde bu olmuş ve Çin’de de bu olmaktadır!
Marx’ın bu formülü üzerinden, geldiğimiz aşamada, şu sorulara ve sorunlara cevap vermemiz gerekiyor:

1- Kapitalizm sistem olarak veya gelişmiş tek tek ülkelerde, 200-300 yıl geçmesine rağmen neden yıkılmıyor veya buralarda devrim olmuyor? Hatırlayalım, Marx, bu formülünün sonunda şu tespiti yapmıştı: “ … burjuva toplumun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar.” Yoksa burjuva toplum, bu maddi koşulları yaratmıyor veya yaratamıyor mu? Yani “sosyal devrim çağı” neden kapitalist ülkelerde başlamadı?  Biliyoruz ki Marx, bu tespitinin sonucu olarak gelişmiş kapitalist ülkelerde belli bir süre içinde devrimler bekliyordu! 2- Rusya-Çin-Küba ve birçok ülkede devrim gerçekleşmiştir. Fakat bu ülkelerde ki devrimlerin ilginç olan yönleri; yarı kapitalist ve ya feodal ağırlıklı ülkeler olmasıdır. Yani buralarda, Marx’ın tespitinin bir gereği olarak “burjuva toplumun bağrında gelişen üretici güçler,” maddi koşulları yeterince yaratacak düzeyde olmadığı halde, devrimlerini gerçekleştirmişlerdir. Marx tespitinde yanıldı mı yoksa? 3- Devrim yapan ülkeler, neden kapitalizme dönmekte ve yönetime gelenler, neden komünizm dışı uygulamaları seçmektedirler? Bunun cevabı da Marx’ın kuramında saklı!  4- Devrim sonrası; komünizmin üst aşamasına ulaşmak için, Marx’ın yukarıdaki ekonomik temelli felsefi kuramı, bize gereken yol ve yöntemleri sunuyor mu? Evet, şimdi bunlara sırayla cevap verelim!

Birincisi; Gelişmiş kapitalist ülkelerde neden devrimler olmamaktadır? Kapitalizm de tüm ilişkiler, özel teşebbüsün gelişimi ve daha fazla kar etmesi üzerine oturur. Bu da sistemin tökezlemesini ve anarşik yapısını açıklar. Çünkü Kapitalizm, kendine düşman üretici güçler ile birlikte var olmuştur. İlki, üretim araçları denen makineler-teknoloji ve bilimsel nesnel süreçtir. İkincisi de üretim için toplu olarak bir araya getirmek zorunda olduğu( ki bunu 1970’ler de fark eden kapitalistler bu gücü dağıtmaya çalışmıştır) işçi sınıfıdır. Kapitalizm açısından sorun yani tehlike, yukarıda açıklandığı gibi bu iki üretici gücün doğal olan gelişme eğilimidir. Kapitalist sistem, üretici güç olarak teknolojinin( üretim araçlarının) ve bu teknolojiyi yaratan ve üretimi yapan insanı, daha fazla kar için geliştirmek zorundadır. Bu da üretici güçlerin, kaçınılmaz olarak parasızlığı-kolektifliği ve toplumsallığı içeren bir sürece akmalarını sağlamaktadır. Çünkü ürünlerin daha az hasarlı, kaliteli ve sınırsız üretimi, gelişmiş teknoloji ve de toplumsallık, kolektif, parasızlık içeren üretim ilişkileri ile başarılmaktadır. Üretici güçlerin eğilimi bu yönedir. Örneğin birkaç örneği ele alalım;

  • Vikipedi ’nin (Wikipedia) yarattığı yıllık değer, 3-4 milyar dolardır. Bu internet ansiklopedisinin hazırlanmasında 150-200 binden fazla insan aralıklı olarak görev alıyor. 12 binden fazla kişi de düzenli çalışıyor. Daha da hayret verici olan, 25-30 milyon insan madde yazımı için başvuruda bulunmuş bulunuyor. 200 e yakın insan ise yönetim işlerini yapıyor. Pekâlâ, bütün bunlar kaç paraya mal oluyor? Söz konusu olan üretim ilişkisinde sıfır para vardır. Bu üretici güç, ortak çalışma, toplumsallık ve parasızlık ile işlemekte ve ürün vermektedir.
  • Şimdi de 3D Design sistemini ele alalım; herhangi bir malzemenin üretimi için gerekli olan matematiksel modeller, önceden üç boyutlu(3D) olarak bilgisayar da tasarlanmakta, bilgisayarın yazıcı adı verilen çoklu özellikleri olan makineyi kontrol etmesiyle, ürün ortaya çıkmaktadır. Bu yeni sistem, hatasız bir ürün için geri bildirimli, lazerli, sensorlu ve sonuçta robotla çalışan bir otomasyondan ibarettir. Bu3D teknolojisi, aslında bilgisayar-yazıcı ikilisi aracılığıyla, kafa ve kol emeğini birleştirmiştir. Ve sonuçta her evde kullanılabilecek bir üretim biçimi haline gelmiş ve ürün üzerindeki kişi hâkimiyetini kırmıştır. Söz konusu olan üretim ilişkisi böylece, toplumsallaşmış olan üretici gücün üzerinde yükselmektedir.
  • Yine Android sitemi İnternet ağıyla, konuşma-yazışmalar-paylaşımlar vb. iletişimleri, parasız ve sınırsız hale getirmiştir vb. Bu örnekler giderek çoğalmaktadır.

Kapitalistler bu süreci kontrol edebilmek için, özel mülkiyet kaynaklı hukukun gereği olan tedbirleri alırlar. Fakat onlar için esas tehlike, üretici güç olarak insandır. Onlara da baskı-şiddet, cezalandırma, kışkırtma, algı yönetme, katliam, din- ırkçılık, milliyetçilik vb. yöntemleri kullanarak üretici güç olarak emekçilerin siyasallaşması, bilinçlenmesi ve örgütlenmesinin önüne geçmeye çalışırlar. Wikileaks'in kurucusu Julian Assange’ın, ABD’nin cinayet, katliam ve işkencelerini deşifre ettiği için yaşadığı sıkıntı, baskı ve işkenceleri izlemeniz, bu konuda size gerekli bilgiyi verecektir. Burada esas amaçlarından biri de üretim araçlarını kontrol eden kol ve kafa emekçilerinin yani insanın hep onlar gibi düşünme ve davranmalarını sağlamaktır. Onlar, esas tehlikenin, üretici güç olarak insanın gelişimi olduğunu herkesten daha iyi biliyorlar! 

Bu emperyalist ve kapitalist şiddet içerikli müdahaleye, 1900’lerin başından itibaren bir başka yol daha eklenmiştir: sosyal Demokrasi veya Sahte Sosyalizm. Bu güler yüzlü sahte toplumculuk,  üretici güç olan emekçilerin toplumcu ve kolektif yönde gelişimini önlemeye çalışır.
Özetle, kapitalizm, üretici güçlerin gelişimine müdahale ederek, onun, Marx’ın tariflediği doğal ve olması gereken sürecini engeller fakat durduramaz. Üretici gücü, kendi kontrolünde tutmaya çalışır ve sadece daha fazla kar etme amaçlı gelişimine imkân tanır. Bu amaçla şunlar yapılır: a- üretim gücü olan teknolojiyi, özel mülkiyet denen hukuksal zincirlerle ve devlet zorbalığıyla kontrol etmeye çalışarak, onu, kişi mülkiyetine hapseder. b- Üretici güç olan insanın yani işçi sınıfının, büyük oranda kolektif ve toplu üretim yapmasını engellemeye çalışır. Çoğu önemli ürünün parçaları değişik ülkelerde üretilip montajı yapılır vs. c- İşçi sınıfının bir avuç temsilcilerine, hatta çoğuna, ustalarına veya sendika yönetimlerine daha fazla ücret ve haklar vermek için, geri bıraktırılmış ülkelerdeki sömürü ağını derinleştirir. Bu hedefine ulaşmak için de geri ülkelerde iki kontrol sistemi kurulur. Eğer bunlar kurulmuşsa sömürü tıkır tıkır işler: 1- Ülkelerin başına gerici-faşist veya sıradan diktatörler getirilir. Eğer cumhuriyet vs. gibi tehlikeli sistemler varsa, bu, en kısa zamanda değiştirilir ve yerine diktacı rejimler getirilir. Tıpkı 12 Mart-12 Eylül-RTE iktidarı gibi. 2-  İşçi aristokrasi denen sendikacılardan, işçi temsilcilerinden oluşan kesim, yüksek ücretler alarak işçi sınıfını, oligarşi veya dikta adına kontrol etmeye başlar. d-Teknolojiyi proletaryanın yerine geçirmeye çalışarak( robotlar), üretici güç olarak sınıfı deklase etmeye çalışır.
Sonuç: kapitalist-emperyalist oligarşi, üretici güçlerin doğal ve olması gereken sürecine müdahale ederek, onun, toplumcu-kolektif ve parasızlık içeren gelişim sürecine girmesini geciktirmektedir. Kaçınılmaz olan gelişmeleri de kişi mülkiyeti ile zapturapt altına almaya çalışır. Bu müdahaleler, doğal süreci durduramaz, sadece geciktirir veya başka kanallara akmasını sağlar! Eşitsiz gelişme kanunun bir gereği olarak, daha fazla kar hırsını kamçılayarak hem kendi arasında ki çelişkileri artırır(dünya savaşları), hem de üretici güçlerin gelişim seyrini baskıladığı için, dünya devrim dalgasını, gelişmiş ülkelerden daha geri ülkelere ( Rusya-Çin vb. ülkelere) aktarmış olur.

İkincisi; Devrimler neden Geri Bıraktırılmış ülkelere kaydı? Kapitalist toplumlarda, üretici güçlerin gelişimine müdahaleler sonucunda devrimler gecikirken, daha geri, yarı kapitalist ve feodal ülkelerde devrimle çağı başlar. Evet, bir yerde kemerler sıkılırken, diğer zayıf halkalarda, Rusya-Çin vb. ülkelerde devrimler önlenememiştir. Bunun temel sebebi, kendi ülkesinde ki işçi sınıfını kontrol etmek, daha fazla ücret ve haklar vererek onun bilinçlenme-siyasileşme ve örgütlenmesinin önüne geçerken, geri kalmış ülkelerdeki sömürüsünü artırmış ve buralardaki ekonomik ve siyasi yapıları dengesizleştirmiştir. Rusya ve Çin gibi ülkelerdeki devrimlerin temel gerekçesi budur. Kendi ülkelerinde devrim istemeyen kapitalist yöneticiler, kendi emekçi sınıfı başta olmak üzere tolumun tüm kesimlerini ekonomik ve siyasi olarak hoş tutmak için geri bırakılmış ülkelerdeki sömürü çarkını hızlandırır ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerle yarışa ve çatışmaya girer. Çünkü bu ülkelerden aktaracakları artı değere, ülkelerindeki halkı aldatabilmek için ihtiyaçları vardır. Bu didişme bugüne kadar iki dünya savaşına mal olmuştur ve bugünlerde de bölgesel savaşlar biçiminde sürdürülmektedir.     Devrimlerin, emperyalistlerin paylaşım savaşları sonrası doğduğunu biliyoruz. Özetle; bu da geri ülkelerdeki ekonomik-siyasi dengeleri alt-üst etmiş ve daha fazla kar hırsıyla girdikleri kanlı boğuşmalar, devrimler için gerekli koşulların oluşmasını sağlamıştır. Zamanla bu tehlikeyi gören uluslararası sermaye, kendi arasında ki paylaşıma, artık dünya çapında savaşlarla değil, gizli ve sinsi, kalleş, kural tanımayan bölgesel siyasi ekonomik ayak oyunları ve de geri kalmış ülkelerde uygun düzenlemeler yaparak vb. araçlarla devam etmektedir. Sömürgelerinde ki ekonomik ve siyasi dengelerinin bozulmaması için tedbirler almışlardır: Legal olarak: Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, IMF, NATO vb. Gizli ve yasadışı olarak: Kontr gerilla, paramiliter güçler, mafya, Dini terör örgütleri vb. Birçok uluslararası örgütler, bu amaçla kurulmuştur. Bir şey daha yapmaktadırlar; kendi aralarında savaşmıyor ama sosyalist toplumların kapitalizme dönüşünde etkin rol alarak, devrim kalıntısı Rusya-Çin gibi ülkelerle paylaşım savaşına hız veriyorlar. Bölgesel veya belli ülkelerde yönetim değişiklikleri veya etnik yapılara kanca atarak, kriz dalgalarını atlatmaya çalışıyorlar. Bu politikalarının hangi sonuçlar yaratacağını deneylemeyen emperyalistlerin, bu adımlarla, dünya devrimleri çağının yeniden başlaması için gerekli birikimleri hazırladıklarını da söyleyebilirim.
Sonuç: Sömürgelerden aktarılan artı değerlerin, sınıfın satın alınmasında kullanılması. Kendi ülkelerinde sınırlı fakat geri bıraktırılmış ülkelerde gericiliğin her türlüsüyle işbirliği ve görünüşte demokrasi ama özünde şiddet temelli politikalara izin verilmesi. Ayrıca emperyalist ülkeler paylaşımlarını, sömürge ülkelerini de içine aldıkları bölgesel savaşlarla sürdürmeleri vb’lerini sayabiliriz. Fakat yarattıkları derin haksızlıklar, yıkım, yoksulluk ve kötü koşullar, işte bütün bunlar, Rusya-Çin vb. ülkelerde devrime neden olmuştur. Üretici güçlerin gelişmediği Rusya ve Çin gibi ülkelerde devrim olmasına rağmen, geri dönüşlerinin kaçınılmaz hale geldiğini görüyoruz. Şimdi de bu gelişmeye bakalım.

Üçüncüsü; Geri ülkelerdeki devrimler neden geri dönüşler yaşıyor? Evet, 1917-1960 yılı itibariyle dünyanın neredeyse yarısında devrimler oldu. 1959 Küba devrimiyle de bu süreç bitti. Sorun sadece devrimlerin durmuş olması değildir. Sorun aynı zamanda, yapılan devrimlerin tek tek kapitalist sisteme geri dönüyor olmasıdır. Peki, sorun nerede? Emperyalistler iyi mi çalışıyor? Yoksa devrimin yöneticileri, sürecimi yönetemiyor? Veya sorun bir başka yerde mi?

Aslında tüm sorun, “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce bir sosyal biçimlenme asla yok olmaz;” diyen Marx’ın bu dâhiyane tespitinde saklı. Marx burada özetle: üretici güçler gelişmeden, eski sistemin asla yok olmayacağını anlatıyor. Bu soruna Çin lideri Mao önem vermiş ve birçok kampanyalar düzenleyerek bunu aşmaya çalışmış olsa da başarılı olamamıştır. Burada ki eksiklik veya hatayı ben, Mao’nun tüm devrimci niyetine rağmen, elinde ki insan malzemesini hazırlayıp geliştirmeden, kampanyaları başlatmasına bağlıyorum. Bu kampanyaları birlikte yürüttüğü kadroların, devrim sürecinde önemli görevler almış ve mücadeleyi yönetmiş devrimci nitelikleriyle örnek kişiler olduğunu görüyoruz. Fakat siyasi olarak, daha doğru bir ifadeyle söylersem, devrim sonrası dönemin koşullarına uygun adımlar atabilecek kültürel gelişmişlikten yoksun insanlar olduğuna da şahit oluyoruz. Yani sorun kısaca şudur: devrim öncesi dönemin koşullarıyla eğitilmiş ve bu yönde kendini geliştirmiş partili kadrolar, yeni dönemin sorunlarını çözecek birikimden ve kültürden yoksun kalmaktadırlar. Ayrıca Çin Devrim yönetimi, kadroları, yeni dönemin koşullarına uygun atılacak adımlar konusunda eğitecek bir perspektiften yoksundur. Çünkü, devrim sonrası hedefler ve atılacak adımlar yani program, devrim öncesi programdan tamamen farklıdır. Bu konuda çalışma yapılmamış ve Marx’ın üretici güçlerin gelişimi dediği süreç atlanmıştır. Aynı hatanın Sovyetlerde de olduğunu görüyoruz. Mao, Stalin’in üretici güçler teorisini, çok güzel değerlendirmiştir (BAK=Mao Tsetung, Sovyet İktisadının Eleştirisi, sf. 131-132, Birikim yayınları):

Üretim araçlarının devlet mülkiyetine alınması ve hızla geliştirilmesiyle komünizme gidileceğini öngören bir anlayıştı bu! Bu teoriye göre; devrimle birlikte, zaten eski feodal ve burjuva sınıflar yok edilmişti, dolayısıyla üretici güçler geliştirilir(ki bu doğru tespitte yanlış olan şudur: üretici güçten anlaşılan sadece üretim araçlarıdır.)ve kitlelerin refah düzeylerinin yükselmesi sağlanırsa, sınıf mücadelesinin yoğunluğu azalacaktı. Ve devlet de emperyalizm olduğu için korunup geliştirilmeliydi! Ve daha da ilginci; emperyalizmin ve devletin varlığına rağmen ülkede komünizme geçiş sağlanabilirdi, yeter ki üretici güçler gelişmeye devam etsindi! Fakat burada işin püf noktası şuydu: üretici güçler olarak kastedilen işçiler-köylüler vb.ler değildi. Bunlara gereken önemin zaten verilmediğini de görüyoruz. Eğer siz üretici güç olan insanı, makine yani teknolojiyle birlikte geliştiremezseniz yani onu, üretimin kolektif ruhuna uygun bir bilince ve kültüre ulaştıramazsanız, o kişi kapitalizmden gelen özel olma alışkanlığıyla hareket edecek ve üretimin yani gelişen teknolojinin toplumcu içeriğiyle çatışacaktır. Örneğin ne yapacaktır: Üretim veya dağıtım sırasında kendine veya çevresine ürünü aktaracak, çalacaktır. Çünkü toplumcu-kolektif bilinçten yoksun olduğu için, bunu, doğal bir davranış biçimi olarak eski alışkanlığının bir gereği olarak yapacaktır. Bölüşüm sırasında, yöneticilerine en iyisini ve fazlasını verme gibi bir haksızlığı normal bir davranış olarak görecektir. Bu türden komünist ruhla eğitilmemiş insanların varlığı, sonuçta etkin duruma gelirse, bunlar, giderek üretimin ve üretici gücün olması gereken kolektif niteliğiyle çatışmaya gireceklerdir. Bu süreçte, insanın özel olma arzu ve iştahı, ister istemez giderek sisteme hâkim olacak ve sonuçta, toplum kapitalizmle tekrar kaçınılmaz olarak tanışacaktır. Sovyetler Birliğinde olanda özetle budur! Çünkü Stalin üretici güç olarak: üretim araçlarını( ki burada da ayrıca yanlış bir tercih yapılarak sosyal teknolojiye öncelik tanınmıyordu)yani makineleri, toprağı vb. ile bunları kontrol edecek teknisyen-uzman ve bürokratları anlıyordu.
Ayrıca, devrim yapmış ülkede üretici güç olarak proletaryanın gelişiminin yanında aynı zamanda küçük mülk sahibi köylülüğü eğitmek de temel alınmalıydı. Ama bu amaca ulaşılmadı! Çünkü zor ve şiddet içeren kapitalist yöntemler kullanılarak, bu yapılmaya çalışıldı. Sonuçta, “İçerebildiği bütün üretici güçler” gelişmediği için, eski sistem yani kapitalizm “asla yok” olmadı! Zamanı geldiğinde de hâkim üretim tarzı olarak ortaya çıktı! Peki, devrim sonrası komünizme yürüyebilmek için ne yapmalıyız? Şimdi de buna bakalım!

Dördüncüsü; Devrim sonrası geri dönüşü olmayan bir yol var mıdır? Bu soruya, tüm kanıtlar, şahitler ve kuramsal çözümlemelerle, bu yolun imkân dâhilinde olduğu cevabını verebiliriz. Özellikle bu kitap(HOMO KOMÜNUS-II) bunu anlatmaktadır. Özetle:

Üretici güçlerin doğal ve olması gereken sürecine, emperyalistlerin ekonomik-siyasi-askeri-kültürel ideolojik, örgütsel, psikolojik vb. sayısız araçlarla müdahale edip, onun gelişimini engellemesi sonucu, ortaya iki temel sorun çıktı: Birincisi, devrimler, kapitalist ülkelerden kovulmuş ve geri kalmış ülkelere sığınmışlardı! İkincisi de bu ülkelerde devrimler, başarıya ulaşmış olsalar da tutunamamışlardı. Birinci sorunu kapitalistler, ikincisi ni de kendine komünist diyenler yaratıyordu. Peki, bu durumda devrimlerin tutunması için ne yapılması gerekiyor?
Marx’ın son tespiti ışığında yukarıdaki dört soruna da açıklık getirebiliyoruz. Proletarya ve onun bilinçli temsilcisi komünistler, esas olarak devrim öncesi ve sonrası üretici güçlerin gelişimine imkân tanıyacak, onların gelişimine engel olanları temizleyip, süreci hızlandıracak veya zenginleştirecek adımları organize edeceklerdir. Bunun için yapılması gerekenler, ister devrim öncesi isterse devrim sonrası olsun, üretici güçler olarak insanın ve teknolojinin gelişimi için ne gerekiyorsa bu adımları atacaklardır. Kadrolar, sadece devrime hazırlanan disiplinli-mücadeleci-direngen-bilinçli-örgütlü güç olarak eğitilmeyecekler, aynı zamanda, siyasi olarak kendilerini geliştireceklerdir. Şiddeti sadece savunma amaçlı kullanan, paylaşım-dayanışma ve yoldaşça ilişkilerde örnek düzeyde olan, içsel devrimini yapmış-kendiyle barışık ve tüm kaprislerden arınmış yani yanlışlarına karşı tavır alan ve düzelten kişiler haline gelmiş olmalıdırlar. Daha da önemlisi, mücadeleyi kim ileriye taşıyorsa onu destekleyen-kıskançlık nedir bilmeyen ve de görevini ve yetkisini gerektiğinde örnek olan sağlam kişilere devredebilen-kadınların ileri olan özelliklerini görerek onların yönetimine kendini hazırlamış, sosyal tedavi seanslarını yadsımayan, geleceğin komünist toplum özelliklerini şimdiden içselleştirmeye çalışan kişi olacaklardır. İşte bu özellikleri edinebilmek için Paris Komün ilkelerini ve Marx-Engels ve Lenin’in devrim sonrası için çıkarttıkları dersleri devrim sonrası iktidarda hayata geçirmek gerekecektir. Bu vb. adımlar ancak üretici güç olarak insanın gelişimini sağlayacak araçlardır. Bunlar olmadan devrimler, komünizme ilerleyemez. Buradaki sihir, üretici güçlerin toplumcu-kolektif-parasızlık-dayanışma vb. ilişkilerle olan uyumudur. Bu olursa işte o zaman, geriye dönüşün imkânsız olacağından bahsedebiliriz.

ÜRETİ GÜÇLER VE ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN AYNILAŞTIĞI AN: KOMÜNİZM
Sonuçta devrim sonrası üretici güçlerle üretim ilişkileri giderek bir noktada buluşacak ve aynılaşacaklardır. Bu buluşma noktasına, üretim araçları(teknoloji) zaten doğal olarak yürümektedir. Proletarya dâhil tüm sınıfların da buna eşlik etmesi gerekiyor! Devlet dâhil tüm sınıfların ortadan kalkmaya başladığı, insanlığın üzerinde bir leke gibi duran tüm kapitalist düşünme biçimlerinin yok olduğu veya Engels’in deyimiyle söylersek ‘sönümlendiği’ tarihi bir süreçtir bu. Artık ilişkilerimizde aldatma-yalan söyleme-küfür-öne çıkma-ezme-cinsel taciz-kullanma-çalma, ötekileştirme gibi binlerce davranış biçimleri hem olmayacak, hem de istisnai olarak ortaya çıktığında, toplum tarafından hemen tecrit edilebilecek bir kültürel birikimin oluşması sağlanmış olacaktır. Sadece ilişkilerimizde değil, aynı zamanda, yeni üretim ilişkilerinin, nesnel olarak ortadan kaldırdığı şu alt ve üst yapı kurumları da artık olmayacaktır. Bunlar: avukatlık-muhasebe-senet-çek-yargıçlık-savcılık-polis-ordu-bürokrasi-icralar-firmalar-para-yasa-hukuk-reklam-parti-seçim-esnaf-proletarya-köylü-profesör-köy-şehir-memur-yönetici vb. binlerce kapitalist yapılar yok olup gidecektir.

Sınıfsız toplumda insanlığın, üretim araçları olarak teknoloji-makine-toprak ve doğa ile olan ilişkisi, kişisel değil, doğal, sıradan ve kolektif ilişki biçimi olarak bir Kızılderili veya Aborjinler misali ama daha bilinçli-gelişmiş olarak var olacaktır. Üretici güçler varlığını geliştirirken, ilişkilerdeki uyumsuzluğu ve yanlışları, bugün doğanın yaptığı hortumlar, seller, tsunamiler, fırtınalar, depremler vb şekiller biçiminde olmasa da hemen tepkisini sergileyecek ve üretim ilişkilerinin doğru, geliştirici yönde zenginleşmesini sağlayacaktır. Aynı şekilde üretim ilişkileri de artık siyaset-örgütlenme-ideoloji-hukuk vb. biçimlerinde ortaya çıkmayacak. Toplumcu- ortak, birbirini gözeten, hiçbir kimseyi kendinden farklı görmeyen vb. gelişmiş kültürel zenginliğinin insanlığa verdiği ivmeyle, üretici güçler yani teknoloji ve insan, evreni ve doğayı daha da yaşanır kılmak için keşfetmeye, ondan canlılar adına yararlanmaya yönlenecektir. Sonuçta canlı olan her şeyi bekleyen nihai felaketler (Güneşin sönmesi vb. birçok olumsuzluk) ortadan kalkacak ve canlı olan herkesin, evrende doğayla-teknolojiyle uyum içinde olduğu, gelişmiş Avatarlar olarak ortaya çıkacaktır.      

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir