Bu sorun, şüphesiz tüm konularda olduğu gibi sınıfsal açıdan ele alınmak ve çözümlenmek zorundadır. Emperyalist sistemin canlı olan her şeyi sömürdüğü ve ezdiği bu çağda, burjuva kampın çoğulculuk üzerine demokratik bir içerik sunması mümkün gözükmüyor. Sadece göstermelik de olsa bazı uygulamaları sayabiliriz elbette. Örneğin çoğulculuğun bir biçimi olarak var olan ulusların ortak yaşamı, her ne kadar ‘kendi kaderini belirleme hakkı’ olarak Avrupa ülkelerinde kabul görse de pratikte bu hak asla uygulanmamaktadır. En son örnek İspanya’da ki Katalonya halkının bağımsızlık girişiminin nasıl terör yoluyla engellenmiş olduğudur. Hani İspanya, Avrupa Birliği gibi ileri demokrasiyi savunan bir sistemin parçasıydı?
Bu hak aynı şekilde, kendine komünist diyen Çin Halk Cumhuriyetinde, Sovyetler Birliğinde, K. Kore’de vb. devrim yapmış ülkelerde de uygulanmamıştır. Sovyetlerdeki değişik ulusların federe biçimde örgütlenmiş olması da aslında sadece bir aldatmacadan ibarettir. Bu açıdan çoğulculuğun içeriğini tartışarak aslında bu konunun bilince çıkartılması, hem içimizdeki yanlış anlayışların, hem de reformculuğun deşifrasyonu için gerekli olandır.
Ayrıca Marxist kamptaki iki sorun nedeniyle de konuyu öncelikle ele almak durumundayız.
Birincisi, çoğu Marxist bu konuyu, Sovyetlerin yıkılışında temel sorun olarak değerlendirdiği için, bunun tartışılması ön plana geçmiş bulunuyor. İkincisi, Sovyetlerin yıkılış sürecinde lider olan Gorbaçov, sosyalist toplumu, çoğulculukla veya demokrasiyle kurtarabileceğini iddia etmiş ve bu süre içinde çok ciddi umutlar yaratmıştı fakat beklentiler tersi olunca çoğulculuk denen soruna karşı, adı konmayan şüpheler birikmeye başlamıştır. Konuyu tüm yönleriyle ele alıp, felsefe yapmadan(yani gevezelik etmeden), pratikle bağlantısını kurarak açıklayabilirsem sanırım amacımıza ulaşmış olurum.
Çoğulculuk kavramını elbetteki burjuva aydınları da ele alıp tartışıyorlar. Onlar, burjuva demokrasisinin can çektiği çağımızda, ona hayat öpücüğü vermek için çoğulculuğu bize anlatıp duruyorlar. Tıpkı Gorbaçov’un Sovyetlerin yıkımını önleyecek projenin bu olduğunu anlattığı gibi! Çoğulculuk şüphesiz ki sınıfsal bir kavram! Tekelci burjuvazinin anlayışıyla, proletaryanın konuyu ele alış biçimi her yönüyle farklıdır.
Çoğulculuk kavramı, birçok konu gibi sınıflı toplumun kaçınılmaz siyasi ve örgütsel adımlarından biridir. Daha açık söylersem, proletarya demokrasisinin uygulanış biçimlerinden biridir. Örneğin Paris Komününün ilkesi olan seçme seçilme ve geri çağrılma nasıl ki bu demokrasinin biçimlerinden biriyse, çoğulculukta bu adımlardan biridir. Herkesin ortalama işçi ücreti kadar para alması da bu demokrasinin ekonomik ayağıdır. Fakat çoğulculuğu diğerlerinden ayıran ve onun uygulanışını engelleyen bazı gelişmeler mevcuttur. Çünkü çoğulculuk; sınıfsal olarak proletarya dışındaki sınıfların haklarını içerirken, aynı zamanda sosyal-toplumsal olarak da etnik-cinsel-kültürel-insan hakları(etik) gibi birçok tarihsel ve sınıfsal farklılıkların siyasi platformda temsil edilmelerini içine alır. Bu açıdan, sınıflı toplumlar ve kapitalizmden sosyalist topluma miras kalan tüm bu farklılıkları(veya lekeleri) proletarya demokrasisinin bastırması değil, aksine onların siyasi arenada açık ve yasal biçimde temsil etmelerini sağlaması gerekmektedir. Ancak bu devrimci politikayla, onların olumsuz etkilerinin sıfırlanabileceği süreç başlayabilir. Proletarya demokrasisinin veya diğer bir deyimle proletarya diktatörlüğünün hedefi; diğer sınıflara, kesimlere ve farklılıklara şiddet yoluyla baskı altına almak değil, onların proletarya ile birlikte ortadan kalkacağı sınıfsızlık-parasızlık-kolektiflik ve toplumsallık içeren sürece(komünist topluma) sokabilmektir. Bu açıdan devrim sonrası koşullar uygunsa eğer, ‘burjuvaziye imtiyaz’ dâhil(burada ki burjuvazi, ara sınıflar olarak okunmalıdır)çoğulculuğun ifadesi olan tüm farklılıkların örgütsel ve siyasi haklardan yararlanması sağlanmalıdır. Bunun için tek şart, gerekli nesnel koşulun var olmasıdır. Yani devrimci iktidara karşı şiddete başvurmamak veya emperyalist komplocularla ilişki içinde olmamak şartı sayılabilir.
Yukarıda dile getirilen çoğulculuğa ilişkin adımlar, proletarya demokrasisinin olmazsa olmaz ilkelerinin içinde yer alır. Bu adımların uygulanması için gerekli olan şart: tarafların şiddete başvurmaması ve emperyalist provokatörlerle ilişkilerinin olmamasıdır. Fakat bu adımların yani örgütlenme, düşünme ve eylem özgürlüğünün, hem gerçek anlamda kullanılabilmesi, hem de toplumun gelişmesi ve güçlenmesi hedefine doğru akması için bu çalışmalara paralel sosyalist adımların da gündemde uygulanıyor olması gerekmektedir. Bunları sadece başlıklarıyla burada belirteceğim. Bunların içerikleri de ayı birer yazı konusu olacak şekilde önemlidir.
Bu sosyalist adımlar şunlardır:
- Herkes belli bir zaman için bürokraside görev almalıdır,
- Sosyalist toplumun yönetimi giderek fakat ekonomik yönetim yani üretim-dağıtım-paylaşım-istihdam ve planlama ise derhal işçi sınıfı tarafından yapılmalı,
- Düzenli ordu yerine, emekçilerin silahlı gücü organize edilmelidir,
- Sosyal teknolojide dünya liderliği hedeflenmelidir,
- Kültürel birikim, sosyal terapi, kadınların öncülüğü, kültürel disiplin, içsel devrim gibi devrimci adımların pratik içinde etkin olabilmesi için Praxis okullar (günlük yaşamla-pratikle ilişkili öğretim programı uygulayan okullar) kurulmalıdır.
Çok önemli ve iddialı konular ele alıyorsunuz. Bencede çoğulculuk yoksa demokrasi de yok. Önemli olan bunun uygulama yöntemi. Yıkılan sosyalist ülkelerin birçok sebebi varsada en başta demokrasinin uygulanmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Sevgili M. Yıldız merhaba. Mesajınızı yeni fark ettim. Cevap vermekte geciktim kusura bakmayın. Evet, çoğu kişi de Homo Komünus adlı kitabımı okuduğunda benzer yorumlara yer veriyor. proletarya demokrasisinin özünü oluşturan adımların başında elbetteki çoğulculuk gelir. Fakat bir çok adımla birlikte ele alınmazsa çoğulculuk uygulanma şansı bulamaz. Bunun için 1- Paris Komün ilkelerini(seçme seçilme-geri çağrılma-herkesin ortalama ücret alması-ordunun dağıtılıp halkın silahlı gücünün kurulması)2- herkesin belli bir dönem için bürokrat olması, 3- devrim sonrası ekonominin yönetiminin öncü kadroların rehberliğinde içi sınıfına bırakılması, 4- teknolojide özellikle de sosyal teknolojide dünya liderliğinin sağlanması bu adımların ruhunu oluşturmaktadır. Bunları Küba kısmen uyguladığı için bugün ayakta, onlar dışında uygulayan devrimci bir ülke yok. sevgiyle…