SİYASİ OLARAK ATATÜRKÇÜLÜK
Bir önceki bölümde, Atatürkçülüğün ekonomi politikasının olumlu ve olumsuz yanlarını yeterince sergiledik. Şimdi de Siyasi olarak sorunu ele almalıyız. Çünkü Kemalizm’i (Atatürkçülüğü) en iyi tarif eden ve onun ‘muhteşem’ veya ‘faşist’ olduğuna ilişkin hükümler verilmesine neden olan, onun siyasi strateji ve taktikleridir.
M. Kemal’i ve onun siyasi hareketini tüm yönleriyle sergilemek için, öncelikle onun aslında İttihat ve Terakki Hareketi içinden geldiğini ve bu hareketten etkilendiğini bilmemiz gerekiyor. Zaten Cumhuriyetin kuruluşu sırasında ve sonrasında ortaya koyduğu uygulamalarına(politikalarına) yoğunlaştığımızda, bu İttihatçı anlayışın çok net şekilde sırıttığını görüyoruz. Bu ilişki, onun geri ve anti-demokratik yanını temsil ederken, diğer yandan siyasi olarak Sultanlığı yıkan, demokratik olmasa da cumhuriyeti tercih eden bir çüzgisinin olduğunu da not düşmeliyiz. Bu ikili yan, Atatürkçülüğün, emperyalizm çağında ki anti demokratik uluslaşmanın(Geç Kalmış Uluslaşmanın) kaçınılmaz kurbanı olmasından başka bir şey değildir. Ayrıca tutarlı bir sınıf olan proletaryanın ideolojine dayanmayan, küçük-burjuva aydın kökenli olması, onun gel-git ’lerini açıklamakta, bize yeterli kanıt ve belgeleri sunmaktadır. Atatürk’ün Sultanlığı yıkıp cumhuriyet ilanı, diğer yandan Komünistlere-halklara-feodalizme karşı tavrı, bu düalist kişiliği en güzel yansıtmaktadır. Hoş bu ikili tavır ve kişilik, İnönü-Ecevit ve şimdi de Kılıçdaroğlu’n da çok net şekilde kendini göstermektedir. Bu, çağımızda ki egemenlerin ‘sol’culuğunun kaçınılmaz tarzıdır.
1919 yılında başlayıp, 1923 yılında kesin zafere ulaşan kurtuluş savaşı, aslında Anadolu’nun demokratik devrim süreciydi. Bu süreç elbette ki küçük-burjuva asker zümrelerin öncülüğünde sürdürülen bir burjuva devrimiydi. Bu süreci devrim yapan; esas olarak meşruti monarşiden yani padişahlıktan cumhuriyete, kulluktan yurttaşlığa, feodal sistemden kapitalist sisteme geçişin olmasıdır. Elbette ki bu devrim, tutarsız, karşı devrimcilerle iç içe ve antikomünist(anti-proleter) özellikleriyle tam bir küçük-burjuva özellikler sergiliyordu. Fakat tüm bu olumsuzluklarına rağmen sistem olarak feodalizmden kapitalizme geçiş anlamında evet sadece bu anlamda devrimciydi. Fakat SSCB iktidarının ilgisizliği ve çıkarcı davranışları, komünistlerin güçsüzlüğü, yanlış taktikleri ve de Kürtlerin feodal yapıları, Atatürk ve arkadaşlarının yanlışlıklarını(aşağıda bunlar sıralanmıştır) sınır tanımaz noktalara taşımalarında etkin rol oynadı. Tüm bu olumsuzluklar sonuçta, cumhuriyet değerlerinin daralmasına ve devrimi yapanlar dâhil tüm siyasi yapının gericiliğe teslim olmasını getirdi. Elde sadece demokratik olmayan hatta gericiliğin rahatlıkla sızdığı ve yönetime gelebildiği cumhuriyet kaldı. Bunlara cumhuriyet diyebilirsek tabi! İşte CHP ve muhalefet, bugün bu kırıntılarla milyonları avutmakta ve cumhuriyette yapacakları küçük tamiratlarla onlara umut vermektedir.
Atatürk ve arkadaşlarının Sultanlığı yıkan devrimine sahip çıkmak demek, Atatürkçülüğü savunmak değildir. Bugün kendine komünist diyenler bile bu yanlışı yapıyor! 1923 devrimlerine sahip çıkmak demek, Atatürkçülüğün yanlışlarını saptayıp bunları mahkûm etmek ve böylece demokratik devrim için gerekli olan cumhuriyete sızmış olan gericiliği kökünden temizlemek için, demokratik devrimi önermek demektir. Bu açıdan bir bütün olarak Atatürkçülüğü faşist ilan etmekle, bu ideolojiyi kutsamak veya tümden bir çözümmüş gibi sunmak, aynı kapıya çıkan paralel iki yol demektir. İki ayrı kampta da olsa bu tavırda ısrar etmek bugün ve geçmişte yaşanan felaketleri yani katliamları-arkadaşlarımızın idamlarını-devrimcilerin işkence edilip hapse atılmaları ve öldürülmelerini-Menderes ve Erdoğan iktidarının çektirdiklerini anlamamak demektir. Cumhuriyet değerlerini demokratikleştirmek ve sosyalizme taşımak isteyenler, öncelikle Atatürkçülüğün olumlu ve olumsuzluklarını bilince çıkartıp doğru taktik-ajit-prop ve örgütlenmeyi yaratmak zorundadırlar. Bu yolu komünizmden başka yerde arayanlar, sonuçta emperyalizmin tuzağından kurtulamazlar. Cumhuriyet değerlerine sahip çıkalım doğru; fakat onu demokratikleştirerek, Cumhuriyetçilerin yanlışlarına (faşist uygulamalarına) karşı çıkalım doğrudur; ama Cumhuriyete inananları yanımıza çekerek!
ATATÜRKÇÜLÜĞÜN SİYASİ AÇMAZLARI
Bu konuda sanırım sayısız örnekler verilebilir. Ama ben, temel uygulamalara yer vereceğim.
- Laiklik! Laiklik, tek kelimeyle dinin devletten ayrı tutulması, onun dışına alınmasının sosyal yasasıdır. Dini devletten ayrı tutmak, laikliğin olmazsa olmazıdır. Çünkü din mutlak doğru-tartışılmaz ve ilahi-olağanüstü güçleri olduğunu iddia eden bir inanç sistemidir. Binlerce yıl, feodal sistemin ayakta durmasını sağlayan da bu ideolojisi olmuştur. Çünkü o, tartışmaz, görüş belirtmez, emreder ve dikte eder! Bugün ülkemizde gericiliğin siyasi iktidara, devlet organı olan Diyanet İşleri aracılığıyla taşındığını kavramayanlar, Batı Avrupa ülkelerinin neden cazibe merkezi olduğunu bile çözemeyenlerdir. Batı Avrupa’nın tüm sırrı, emperyalist olmalarına rağmen gerçek anlamda laiklik ilkesini, seküler yaşamı içselleştirmiş olmalarındandır. Ülkemizde ise burjuva anlamda laiklik yoktur! Ülkemizde feodal laiklik vardır! Bu açıdan Cahiller, ezilenler adına politika geliştiremezler. Sonuçta Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin dışına çıkartılmalıdır. İnananların gücüyle yollarına devam etmelidirler!
- Feodal sistem! Burjuva devrimin üst yapıdaki en önemli adımı, dini, siyasi erkin dışına çıkartmasıdır. Yani feodalizmi ve ideolojisini devletin dışına taşımak burjuva devrimin olmazsa olmazıdır. Ekonomik olarak feodalizmin tasfiyesi; tarım sorununu köylülük lehine çözmek ve ağalık sistemini kaldırmak demektir. Bunların ikisi de ülkemizde yapılmamıştır. Dolayısıyla Atatürk devrimleri, gelişmemiş-çarpık ve güdük devrimler olarak kalmıştır. Buna yani bu cumhuriyet kırıntılarına rağmen, milyonlarca insan bu değerlere bağlı olarak yaşamlarını seküler hale getiriyor ve bu umutla yaşıyorlar. Onun içindir ki 68 kuşağına aşkla sarılıyorlar!
- Kürt sorunu! Bu konuda Atatürkçü iktidardan önce de sayısız operasyonlar* var. Genç Cumhuriyetten sonra da sayısız baskılar ve katliamlar oldu, Fakat en büyük ve öncelikle konuşmamız gereken üç devlet operasyonunu ele alalım!
A- 1919-1921 yıllarını kapsayan ve Koçgiri Aşiretinin başlattığı isyandır. Bu konuda genel tespitler yapabilirim. İsyanın Kürt özgürlük talepleri nedeniyle çıktığı kesin. Ayrıca Atatürk’ün özgürlük taleblerini kabul etmediği ama Kürt Aşiret Reislerine uzlaşma nedeniyle yaklaşıp sadece milletvekilliği talebinde bulunduğunu da söyleyebiliriz. Fakat sonuçta isyan hareketini bastırmak için sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman gibi katillerin görevlendirilmesiyle tam bir Kürt katliamı yaşandığı da açık. Bunu ben söylemiyorum, Atatürk’ün Valisi anılarında anlatmış:
“Ebubekir Hazım Tepeyran'ın anıları:
Katliamdan sonra Sivas’a vali olarak giden cumhuriyet gazetesi yazarlarından Oktay' Akbal’ın dedesi Ebubekir Hazım Tepeyran’ın, yakın dönemde yayımlanmış anılarında o dönemde yaşananları 'orada komutanlık yapan Nurettin Paşa’nın acımasız bir katliamı olduğunu' belirtmişti.
''Ümraniye bucağına ve Zara ilçesinin merkezine bağlı köylerden 76'sı ve Divriği ilçesindeki 57 köy savaştaki düşman istihkâmları gibi yıkılmış ve yüzlerce insan öldürülmüştür. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan, sefaletten ölüme mahkûm edilmiştir... Nurettin paşa yarattığı facialarla yetinmemiş, Koçgiri ileri gelenlerinden öldürülen ya da can korkusuyla dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas’a sürmüştür.''
Eğer siz ülkenin tek kişilik lideri ve sevilen kişiyseniz, Topal Osman gibi faşistlere ne işiniz olabilir? Kaldı ki M. Kemal, T. Osman’ın, kendisini öldürmek için kurduğu çemberden, çarşaf giyerek kurtulmamış olsaydı, şimdi bilmiyorum cumhuriyetçilik ne olurdu?
B-1924 Şeyh Sait İsyanı denen başkaldırıdır. Atatürkçü iktidar, bu isyanın gericilerin ayaklanması olarak bize aktarmış. Hâlbuki bu konuyu inceleyen araştırmacılar; kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine Kürtlerin ulusal bir başkaldırı içinde olduğunda hemfikir. M. Kemal ve arkadaşları, şeriata ilişkin herhangi bir söz vermeyeceklerine göre, Kürtlere verilen sözler nelerdir acaba? Elbetteki Kürt ulusunun doğal ve hakkı olan istekleridir bunlar. Şeyh Sait namaz kılıyor diye bu hareketi gerici ve şeriatçı bir başkaldırı olarak değerlendirmek, üzerinden 100 yıl geçtiği halde, bu konuda araştırma yapmayıp, o dönem iktidarın bu taktik ajitasyon ve propagandasının hala etkisinde hareket etmek, sanırım biz ilericilerin gericiliği-yobazlığı olsa gerek. Biz; yarım kalan ve her yerinden su sızdıran cumhuriyetin demokratikleşmesi, geliştirilmesi ve sağlamlaştırılması için çaba harcayan ve bunun bedelini de fazlasıyla ödeyen devrimcileriz. Görüyoruz ki tarihte ve şimdi de yalanlar üzerine bir cumhuriyet kurulamıyor.
C-1938-1939 Dersim katliamı. Tarihçilerin önemli bir kesimi, Dersim’de ciddi bir isyandan yani önceden hazırlanmış bir ayaklanmadan bahsetmiyor. Fakat burada da yine dönemin tanıkları aracılığıyla ve yaşayanların anlatımıyla görüyoruz ki, binlerce masum insan(kadın-çoluk çocuk-ihtiyar-engelli) kitleler halinde katledilmiş ve sürgüne gönderilmişler. Özellikle annesiz-babasız kalan kızların, çocukların yaşadıkları(ülke içine dağıtılmaları) ve gördükleri muameleler, faşist uygulamaların ve zalim kapitalist öfkenin dışa vurumundan başka bir şey değil.
İşte bunun içindir ki CHP’nin oyu, cumhuriyetçi %25’in üzerine çıkamıyor. İşte bunun içindir ki CHP ne zaman ‘ toprak işleyenin-su kullananın’ veya Kürt hak ve özgürlüklerinden bahsediyor işte o zaman %45’lere tırmanıyor. Dahası; ne zaman ki 1915 katliamını lanetler ve milyonlarca öldürülmüş ve mağdur edilmiş halkların haklarını onlara iade edeceğini açıklar, işte o zaman sadece Türk-İslam Sentezi denen faşist devlet aklını çöpe atmaz, aynı zamanda Türkiye halkının 2/3 sini saflarına katar. Tabi ki bunu yapmayacaklar! Ama komünistler, kendi bağımsız gücünü yaratmadıkları müddetçe, kötünün iyisi taktiği onları yönetecek!
- Demokrasi ve sosyalizm!
Evet, burjuvazi, gelişmemiş de olsa ülkemizde (1923’lerde M. Kemal ve arkadaşları), feodal sistem karşısında devrimci sınıf olarak kavranmalıdır. Fakat devrimleri devam ettirebilecek bir tutarlılık, sağlamlık içinde olmadıkları ve bu yönde davranmadıkları da bilinmelidir. Ki başlangıçta ‘gerekirse komünist oluruz’ diyen ve Lenin’i(yardım almak için) aldatmaya yönelik sahte Komünist Parti kurduranda, dahası, sağcılarla işbirliği yapıp( C. Bayar-Menderes-F. Çakmak- R. Orbay- K. Karabekir vb. lerini hatırlayın) onları içlerine alan da kendisiydi.
Devrimler esas olarak medeni kanun, kıyafet, harf, vergi yasası, laiklik, seçim, tiyatro, basım, kadınların seçim hakkı, köy enstitüleri, Marxist klasiklerin basımı vb. türden feodal sisteme göre ileri adımlardı. Bugün de Atatürkçülüğü forsa eden ve ayakta tutan da bu küçük devrimlerdir. Milyonlarca insanın tutunmaya çalıştığı bu değerler ve adımlar, ne yazık ki hem yozlaştırılarak, hem ortadan kaldırılarak, hem de dönüştürülerek devrimci özelliklerini yitirme aşamasına gelmiş bulunuyor. Önümüzdeki adım, devrime sosyal içerik kazandırmak olmalıdır.
Atatürk, Türkiye’yi yönetirken veya sonrasında ülkemizde özgürlükler olduğunu söyleyebilir miyiz? Ne acı ki hayır! M. Suphi ve arkadaşları, onun zamanında katledildi! T. Osman gibi faşist katiller, Rum ve Kürt katliamlarını onun zamanında yaptılar. N. Hikmet dâhil binlerce komünist onun zamanında işkence görüp hapse atıldı! Yeşil Ordu örgütlenmesi ve Komünist partiler onun zamanında kapatıldı. Onun zamanında eski silah arkadaşları ya hain ilan edildi ya da yargılandılar. Onun zamanında kurulan sol partilere baskı yapılıp kapanması sağlandı. Ayrıca Atatürk sonrasında da; Zekeriye Sertel’in Tan gazetesi 1945 yılında CHP’li gençlik tarafından, bugünkü faşist kalabalıkların aynı sloganları ve öfkesiyle basılıp yok edildi. 1946 seçimlerinde de sosyalistler seçimlere sokulmadı. Sabahattin Ali’nin katli, NATO’ya giriş, Atatürk’ün evine saldırı yapan devlet ve Rum-Ermeni halklara saldırı, Türk ve Kürt aydınlarına suikastlar, İdamlar, Kızıldere-Maraş-Sivas-Çorum vb. katliamlar ve sayısız faşist uygulamalar. Evet, tüm bunlar, onun kurduğu sistemde oldu. Sayısız defalar içeri giren bizler, her türlü hakareti, yaptırım ve işkenceleri, Atatürk adına gördük ve yaşadık.
Özetle; demokratik cumhuriyet için birleşebilecek herkesi bir araya getirmeliyiz. Ama bunu, gerçek laikliği-halkların özgürlüğü ve feodal sistemin tasfiyesini amaçlayan sosyalist programla yapmalıyız. Bugün için zor ama yarın bunlar mutlaka olacak! Yoksa bir yüzyıl daha ülkemizi Erdoğanlar’ın yöneteceğinden emin olabilirsiniz!
* Örneğin: Resmi tarihe göre, Kürtler 1803'ten 1914 yılına kadar 12 defa ayaklandılar. İsyanları bastırmakla görevlendirilen paşalardan her biri, kendi hayal gücünün yaratıcılığıyla yok etme yöntemleri keşfediyordu…Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı'yla savaş halinde olduğu halde, elini Kürt kanına buluyordu. Paşa, Kürt sorununu kökünden çözmek amacıyla, Nizip, Urfa çevresinde, çoğu kadın, ihtiyar ve çocuk 60 bin kişiyi kılıçtan geçirdi. Kürt isyanlarını bastırmada İngiliz subayları danışmanlık yapıyordu. Daha sonra Osmanlı üniforması giydirilmiş Paşa rütbesiyle ordunun başına getirilmiş Alman ve Avusturyalı generaller, başrole geçtiler. Alman-Avusturyalı "Goltz Paşa" ve "General Moltke" Kürtlere karşı izlenen zulmün mimarlarından ikisiydi... Kürt sorununun kırım ve yangınlarla çözülebileceğine inanan General Moltke, anılarında ihtiyar, kadın ve çocuklara karşı kazanılan "kılıç zaferleri"ni anlatırken, Kürdleri hayvan gibi birbirlerine bağlayarak sürüklediklerini, daha sonra yol boylarındaki dere yataklarında topluca kırdıklarını yazıyor. Soykırımcı bu yöntem, çok beğenilmiş ve bütün sorunların çözüm formülü olarak kabul görmüş olmalı ki, daha sonra Ermenilere uygulandı. İttihatçıların bazı kılavuzları, daha sonra, Almanya'da Hitler'in ırkçı politikalarına hizmet verdiler. (KÜRT İSYANLARI Tedip ve Tenkil, Ahmet Kahraman, Evrensel Basım Yayın)