ATATÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE-III

ATATÜRK’ÜN DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLERİ

Atatürkçülük ve ya Kemalizm, yukarıda belirtiğim tüm olumlu ve olumsuz özellikleri üzerinde taşımaktadır. Tabi tarihsel arka planında ki İttihatçı bagajdan kurtulmak için herhangi bir çabasının olmaması da Geç Kalmış uluslaşma sürecinin normlarına uygun davranış biçimidir. Çünkü 1915 soy kırımı, Uluslaşmanın, emperyalistçesidir.  Burjuva devrimini yapamamış tüm ülkelerin denediği faşist çözümdür. Tıpkı Almanya-İspanya-Portekiz ve kısmen de olsa İtalya gibi. Atatürk Türkiye’si ise bu kaçınılmaz süreci, sadece kontrollü ve cumhuriyet değerleriyle birlikte yürütmüştür.

Atatürkçülüğü analiz ettiğimizde görüyoruz ki; hem sınıfsal, hem ekonomik hem de siyasi-kültürel olarak, içinde devrim ve karşı devrimleri barındırmaktadır. İlk bölümde de belirttiğim gibi proletarya hareketinin yokluğundan dolayı, ister istemez kitleler, olumlu ve olumsuzluklara göre, haklı olarak siyasi tavır geliştirmektedirler. Bu ikili tavır; ne yazık ki devrim mücadelesinde emperyalist ve zalimlere karşı mücadele edecek dost güçler arasında kök salmış durumdadır. Neden devrimci güçler toparlanamıyor ve bir güç olamıyor diye kendimize sorduğumuz da karşımıza çıkan gerçeklerden biri -belki de en önemlisi-bu.  Özellikle Hürriyet ve İhtilaf partisinin devamı olan sağ partiler, kendine ‘sol’ diyen İttihatçılığın ve Atatürkçülüğün olumsuzlukları üzerinden milyonlarca insanı, Demokrat-Adalet vb. kavramlar adı altında gerici-mandacı-faşist dehlizlerine çekmektedir. Dahası, Anadolu ve Mezopotamya halklarının toplumcu-toleranslı-paylaşımcı vb. değerlerini yok etmektedirler. Yine aynı şekilde; İttihatçı gelenek ile ilişkisini kesmeyen Atatürkçülük, yarattığı olumluluklar üzerinden(cumhuriyet-burjuva yasalar vb.) yine milyonlarca insanı milliyetçi-ırkçı-şoven-faşist kültürün yeşerdiği alanlara çekmektedir. Bu açıdan Atatürkçülüğün devrimleri ve karşı devrimlerini ekonomik ve siyasi olarak ele alıp sergilemeliyiz. Önce ekonomi!

EKONOMİK OLARAK ATATÜRKÇÜLÜK      

Atatürkçülüğün ekonomi-politikası, ne yazık ki kapitalist sistemde karar kılmak olmuştur. Fakat buna rağmen bu sistem, Osmanlı’nın ekonomik yapısına göre ileri ve moderndir. Osmanlı devletinde, üreten değil tüketen bir sistem vardı. Dolayısıyla Osmanlı devleti, tüketimini sürekli kılmak için, savaşlara ihtiyaç duyduğu gibi, toprak mülkiyetini ve üretimi kendi uhdesinde tutuyordu. Devlet kendisi üretim yapmıyor fakat üretim yapan Müslüman olmayan toplumları özel statülerle kendine bağlıyordu. Sonuçta; savaşlarda ki ganimet-haraç ve gasp yoluyla gelirini artırdığı gibi, toprak mülkiyetini kendi uhdesine alarak köylülerin ürettiklerine bürokratları vasıtasıyla el koyuyordu. Yine aynı şekilde Ermeni-Rum-Yahudi ve diğer gayrı Müslüm adını verdiği halkları vergi boyunduruğuna almış ve onların ürettikleri üzerinden geçimini sağlıyordu. Çoğu ‘sol’cu aydınlar da dâhil tarihçiler, bu gerçeği yani gayri Müslümlerin bu ekonomik açıdan korunmasını, Osmanlının demokratlığına bağlıyorlardı. Bu olay, aslında tamamen sistemin ekonomik yasalarının bir gereği olarak ortaya çıkıyordu. İşte bu geri ve gelişmemiş feodal Asya Tipi Üretim Tarzı karşısında, Genç Cumhuriyetin, Toprağın mülkiyetini ve herkesin üretim yapabilmesini sağlayan ekonomik yasaları ile ileri ve gelişmiş kapitalist bir sistem kurduğunu görüyoruz. Fakat bu sistem, sosyalizme hatta kapitalizmin gelişmiş biçimlerine göre geri ve tutarsızdı. Şimdi de buna bakalım.

Genç Cumhuriyet, her şeyden önce, Osmanlının tüm toprağın mülkiyetinin devlete ait olduğunu söyleyen ve Miri adı verilen sistemi kaldırılmıştı. Artık insanlar toprak sahibi olabiliyorlardı. Fakat feodal sistem ortadan kaldırmadığı için, toprak mülkiyeti, ağalığın-Paşa ve beyliğin olduğu her yerde demokratik değil monarşik biçimde paylaşıldı. Yani köylüler toprak sahibi olamıyor ve bunun için toprak işgalleri vb. eylemler yapıyorlardı. Fakat devletin toprak sahiplerini desteklemesi sonucu eziliyorlardı. Toprak Devriminin, görünüşte güzel ama pratikte çözümsüz olmasının nedeni buydu. Doğuda ağalar, batı da A. Menderes gibi sayısız Beyler ve Paşalar toprağın esas sahipleriydiler. Geride ise halka kırıntılar ve hır-gür etmek kalmıştı. Köylülük, Atatürk tarafından ‘ülkenin efendisi’ ilan edilmiş de olsa, bu sınıfsal kesimin neden Atatürkçülüğü savunmadığının ekonomik gerekçelerinden biri de budur.

İkinci ekonomik yanlış ise sanayileşmede yaşandı! Evet, İzmir İktisat Kongresiyle, genç cumhuriyet kapitalizm de karar kılmıştı. Ama bu sistemin yapılması gereken en önemli adımlarını dikkate almamış ve emperyalistlerin önerileriyle yol almıştı. Evet, Osmanlı devletinin olmayan sanayileşme politikası karşısında, Atatürk ileri bir adım atarak Müslüm veya gayrı Müslüm herkesin iş yeri kurmasının yolunu açmıştı. Bu özgürlük, Osmanlı politikasına göre ileri bir adımdı fakat tercih edilen sistem içinde, geri yani sömürülen ülke statüsü benimsenmişti. Ülkemizi 100 yıldır geri kalmış( ki bu geri kalmışlık siyaseti de etkilemiştir) statüde tutan bu sanayileşme politikasının sihri acaba neydi?

Sorun sanayileşmede ithal ikamesi adı verilen politikanın uygulanmamasından başka bir şey değildi aslında. Yani sanayide ki üretim araçlarını ithal etmek yerine onları imal ederek yerine koymak, kapitalist gelişmedeki ekonomi-politikanın ruhudur. Daha açık bir anlatımla, fabrika yapan fabrikaları kurmak temel ilke olmalıydı. Bir örnek ile konuyu açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Gerekli görüyorum çünkü Atatürk zamanında yapılanları göklere çıkartanlar veya yerin dibine batıranların cahilliklerini belki bu örneklerle göstermiş olabilirim.

Örneğin bir tekstil(iplik-dokuma vb.) veya gıda( şeker-bisküvi vb.) fabrikası kurmak istediğimizde, genç Cumhuriyet yani Atatürk iktidarı, gelişmiş ülkelerden(SSCB de dâhil) bu fabrikaların makinelerini ve donanımını ithal ediyor ve montajı için de yabancı ülkelerden uzmanları getiriyorlardı. Böylece çoğu Atatürkçünün göğsünü kabartan sanayileşme adımları bu şekilde atılıyordu. Fakat bu, emperyalist sistemin istediği bir yoldu. Çünkü onlar aşağıda anlatacağım yol ve yöntemi istemiyordu. Bu yol ise; kurulacak fabrikanın makinelerini ülkemizde imal edecek fabrikanın yani ağır sanayinin kurulmasını benimsemekti. Bunun, ülkenin o günkü koşullarından dolayı hemen gerçekleşmeyeceğini elbette ki kabul etmeliyiz. Fakat Atatürk’ün devrim sonrası 15 yıl iktidarda olduğunu ve savaşta kendisine her türlü desteği veren Sovyetler Birliğinden istediği malzemeyi alacağını düşündüğümüzde, görüyoruz ki Genç Cumhuriyetin böyle bir ekonomik-politikası olmamıştır. Peki, bahsettiğim bu sanayileşme yoluna girilse ne olurdu? Kendi tekstil-Gıda-çelik-makine-kimya vb. fabrikalarını dışardan getirdiği makinelerle kurmaz, bunları bizzat kendi kurduğu fabrikalarda imal ederdi. Ayrıca gelişmemiş ülkeler de Türkiye’den, kuracakları fabrikanın makinelerini ithal ederlerdi. Siz sanayinin tüm iş kollarında ağır sanayinizi kurmuş olduğunuz ve de Asya-Afrika-Kafkaslar ve Balkanlara daha yakın olduğunuz için, sizden bu tüketim fabrikalarının makinelerinin ucuz olması nedeniyle siparişleri yetiştiremeyecektiniz. Böylece ülkeye artı değer girmeye başlayacak ve kapitalistlere göre gelişmiş ülke statüsü elde etmiş olacaktınız. Elbetteki bu durumda Türkiye, emperyalist ülkelerin sömürü alanlarına girmiş ve de gelirlerini daraltmış olacaktı. Bunun için bu yola girilmesini emperyalistler istememiş ve bizimkiler de bunu kabul etmişler ki bu türden yatırımlar kurulmamıştır. Fakat normal olmayan, bu isteğe boyun eğmemiz ve bunu kabul etmemizdir.

Ayrıca belirtmeliyim ki bu yol, Marxism açısından ülkenin bölgesel, gelişmiş kapitalist yani emperyalist bir ülke konumuna gelmesi anlamına geliyordu. Bu aşamada ülke sorunlarımız ne olurdu bunu şimdiden bilmek mümkün değil!

Sanayileşmedeki bu adımın imkânsız olduğunu düşünenlere, İkinci Paylaşım Savaşı sonrası Almanya-Japonya örneğini ve de son yıllarda ki G. Kore örneğini, kapitalizmde karar kılan Atatürkçü arkadaşlara hatırlatırım. Sosyalizmde karar kılan Atatürkçü arkadaşların da geçmişi kritik ederek devrim saflarına gelmelerinden başka bir çözüm yolu olmadığını, Atatürkçülüğün siyasi içeriğini analiz ettiğimizde daha net göreceklerini umuyorum. Tabi sadece umuyorum! Şimdi de Siyaset!

Dördüncü bölüm: SİYASİ OLARAK ATATÜRKÇÜLÜK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir